Sesler
ve rüzgâr, oturduğum sandalyede bir şeyler hatırlatmak için uğraşıyor bana.
Hatırladığım bu şey, bir esinti. Esintiden öte bir boşluk. Yaşadığım bu boşluk,
seneler önce askerde yine bir sandalyede hissettiğim garip ve gizemli anlardan
bir tanesi sanki. Hissetmek istediğim, duymak istediğim, anlamak istediğim veya
anlatmak istediğim bir histen öte bir şey. Tenimi hafif bir rüzgar okşarken
sağdan soldan esen tertemiz rüzgarın ince dokunuşları tenimdeki tüyleri okşarken
yüreğimin hatırlattığı şey, o garip şey buraya gelirken yakındığım o içimden
gelen sessiz çığlık sanki.
Buradayım; çünkü yalnızlık bir türlü geçmeyen acı gibi.
Buradayım; çünkü hatırlamak istediğim, kendini hatırlatan o malum geçmişim var.
Arkama dönüp bakıyorum. Kandırmacaları çözmek için. Çözmek mi çözebildiklerin
sınırı ya da çözemediklerinin sınırı ne ki? O şekilde ya da bu şekilde bir
şeylerin seni kandırmak için her zaman bekliyor. Hiç unutmuyorum yüreğime acı
veren bazı yaraları. ilk kandırılmışlığımı ne zaman yaşadım bilmiyorum ama şuan
okunan ezan o ilk kandırılışım olmasa bile, ilk defa o kandırılışa nasıl
hazırlandığım aklıma geliyor. Bugün telefon ettiğim babam için bir gece bütün
kalbimle dua etmiştim. O dualara hep devam ettim. Gökteki yüce yaradanın bir
gün onu içindeki esaretten kurtaracağını umarak. O gece hiç unutmam bir rüya
görmüştüm. Onu iyi edeceğini düşündüğüm bir rüyaydı bu. Bu rüyaların ardı
arkası asla kesilmedi, yıllarca sürdü. Babam hep aynı kalırken bu sefer hayat
beni bir kafesin içine alıyordu; hiç acımadan. Yalnız kaldım, hasta kaldım,
hayat hiç acımadan benle oynamaya devam etti. Oturduğum bu sandalyenin
askerliği hatırlatması doğaldı. Aynı askerdeki gibi bir kafesteydim. Sanki soluduğum
hava bile o günden kalma bir titreşimdi. Askerliğimin üzerinden tam yedi yıl
geçmiş ama halen unutmamıştım orayı tuhaf. Nasıl unutabilirim ki belki de
çocukluğumdan beri ilk defa bu kadar çok çam ağacını bir yerde görmüştüm.
Kendimi bildim bileli her gece rahatça nefes aldığım bir yerde bulmuştum
kendimi; ancak kafes sonuçta bir kafesti. O zamanda darılıyordum ve şimdi
darılıyordum. Bulunduğum parkın bahçesine gelirken insanların boşluğundan dert
yanıyordum. Bilgisizliğinden, cahilliğinden. Basit şeylerin onların ilahları
olduğu gelime aklıma. Bunları düşündükçe bir şeylere kızıyordum. Belki de
kendimi üstün görmem kimi zaman bu yüzdendi ama benim istediğim neydi? Onlara
kızmamdaki sebep neydi. Şu an yalnız hissetmem mi kendimi veya bir gece bir şehirde
kokladığım çiçeğimden uzak oluşum mu? Beni kızdıran şey belki de basit
insanlardaki, küçümsediğim insanlardaki o rahatlıktı. Rahat değildim. Bu
rahatsızlığım hücrelerimden isyan eden bir yakarıştan çok benliğimin bir
hapishane içinde olmasıydı. Hayat beni olabildiğince kısıtlıyordu. Aşk, iş,
hayat ve büyüklerimin durumu derken içinde bulunduğum hapishane beni daha da
etkiliyordu. Bunları yazarken gülümsedim. Rüzgar hafif hafif eserken yine
yanlış düşündün diyordu kalbimin sesi. Aslında o basitlik, sahip olmak
istediğin o rahatlık insanı bitiren şey değil miydi? Biraz önce yolda avare
avare gezerken rastladığım o insanlar hakkında kafamda birtakım düşünceler
yaratmıştı. Tek tek bu insanların hayatların dalamasam da toplum denince neyin
ne olduğunu görüyordu insan. Farklı olmak kimi zaman en iyi meziyet oluyordu bu
toplumda. Farklılığımız başkalarından ayrı düşünmek; toplumun kendisi değil,
birey olmaktı belki. Birey olmak için, özgür olmak için, sadece kendim
diyebilmek için değil de toplum olabilmek için yaşıyordu çoğunluğumuz.
Başkalarında gördüğümüz için evleniyorduk, başkaları
çocuk sahibi olduğu için çocuk yapıyorduk, yaşmaktan zevk alacak işler değil de
yaşamamızı mahf edecek bol paralı işler peşinden koşuyorduk, yalnız kalmamak
için nereden çıktığı belli olmayan seni en ufak şeyde satacak dostları
buluyorduk ya da kenarda bir yerde tutuyorduk. Bunların üstüne günlük
yaşamımızda bizi esir eden teknoloji, sanal dostlar ekleniyordu. Bazen bütün
bunlara gerek kalmadan aynı bende olduğu gibi hayatın garip tuzakları eklenip
yaşamınıza engel olunca bir kuştan, sağımdaki solumdaki ağaçlarda bulunan
tırtıllardan belki de pek bir farkımız kalmıyordu. Aynı onlar gibi en kıymetli
organımız beynimizi kullanamıyorduk. Onların doğal mekanikliğine ve sıradanlığa
farklı yollardan eskiden olduğu gibi yeniden sahip oluyorduk.
Düşünmeyi unuttukça bir parçamız olan o doğadan koptukça içimizdeki insanlığı bir kenara ittikçe hayatın dişlileri bizi çiğneyip bir kenara atar her zaman. Hiçbir şeyden haberimiz olmadan, hiçbir şeyi düşünmeden sorgulamadan yok olup bazılarımız.
Düşünmeyi
unuttukça bir parçamız olan o doğadan koptukça içimizdeki insanlığı bir kenara
ittikçe hayatın dişlileri bizi çiğneyip bir kenara atar her zaman. Hiçbir şeyden
haberimiz olmadan, hiçbir şeyi düşünmeden sorgulamadan yok olup bazılarımız. NE yazık ki çoğunluğumuz bunu göremiyoruz. Hayatın ve bilincin farkına varmadan ölüp gidiyoruz.Her
yeri saran o boşluk içimize girmek için uğraşmıyordu, belki de içimize biz
davet ediyorduk onu. Bu boşluğa kapıldıkça ruhlarımız özgür olmak yerine daha
da köle oluyordu belki de. Bunları düşünürken ister istemez halimden memnun
olmam gerektiğini aklıma getiriyordum. Halimden memnun olmalıydım. Memnun
olmalıydım değil mi ama nasıl olabilirdim ki sonuçta ben bir insandım. Benim
kendimi farklı görmek yerine biraz olsun basit olmaya ihtiyacım vardı. Bazen
tırtıllar gibi, böcekler gibi aklımı kullanmamaya hayatın içinde yok olup
gitmeye özlemim vardı. Çam ağaçlarının arasında hafif bir rüzgâr tenimi yine
hafiften okşuyordu. Rüzgâr çamlarından arasından hafif hafif ses çıkararak
esiyordu. Eskiden olsa belki de bu esintilere perilerin çıkardığı uğultular
diyecektim. Şimdi perilere, büyülere görmediğim bilmediğim şeylere ancak bir
düş olarak, bir sezgi olarak bakan o ruhsuzlardan biriyim belki de. Büyümenin
getirdiği o ruhsuzluk çocukluğumdaki efsanevi şatoları yerle bir etmişti
anlaşılan. Bu yazıyı yazarken yazıyı yazdığım andan itibaren var olan çocuk
parkındaki salıncakların sesleri, gizemli esintilerle birlikte esaretimi biraz
olsun hafifletiyordu. Masadan kalmayı düşünürken deli cesaretimle bir şeylerden
yine emindim. Yolda gördüğüm her insan hakkında yine bir şeyler düşünüp hayatın
hakkında çok bilmiş yorumlar yapacaktım. Kim bilir bir gün oturduğum bu sandalyeye
gelip yine askerlik yaparken kışlanın bahçesinde oturup geceyi dinlediğim o
dakikalar aklıma gelecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder