Bugünlerde
zihnimi en çok meşgul eden şey boşluk, hayatın boşluğu ve anlamsızlığı. Bu boşluğu
anlamak, sorgulamak ve bir şeyler
yaratmak için derin düşüncelere dalıp sonsuz zihin paradigmalarında kıvranırken
aniden her şeyi anlamak kolay değil.
Biraz deli, biraz içine kapanık, biraz da suskun olup bir dünya yaratıp sonra
da bu dünyadan bir şeyler umarken ondan bir şeyler isterken karşımıza çıkacak
belki de. Bir de şu var, hayatın bol bol
hayatın kazağını yiyip ondan sonra anlayabileceğimiz bir şey olabilir bu. Nerden
geldiyse aklıma bu sözler, çok dolambaçlı şekilde giriş yaptım yazıma. Hayat hayattı her zamanki gibi oysa.
Bu
yazıyı yazmama sebep olan şey hayat karşında çaresizliğimdi anlaşılan. Hayat
karşısında çaresizliğimi görmek yerine adalı sözlerle sizleri etkilemeyi seçtim
ama içimden isyan eden çığlıklara artık kulak vermek durumundayım.
Hatırlıyorum, hatırlamaktan öte artık bu haberler zihnimde iyice yer etmiş
durumda. Daha geçen gün gencecik, on
yaşında bir ufaklığın kanserden öldüğünün haberini internetten öğrendim. Yine hayatın baharında bir genç bir kadın
trafik kazasında ölmüştü; ya birkaç ay önce ölen evlenecek gencecik çift. Ölüm
ne mekan ne de zaman ayrıt etmiyordu.
Ölüme saygım var ama bu adaletsizlik değil mi diye sormadan edemiyor
insan. Onların hayatlarını çok iyi bilmesem de en azından masum olduklarını
hissedebiliyorum. Hayata atılmamış, alıp satmamış, cinselliği yaşamamış;
kirlenmemiş masum bir beyin nasıl olur da hayata gözlerini yumar? Yumuyor işte,
ölmesi gerekenler halen hayattayken gencecik insanlar ölüyor. Zevk için adam
öldüren katiller, tecavüzcüler, ruhunu bile satmaya hazır tüccarlar, her türlü
pisliğin içine bulanmış siyasetçiler ve daha niceleri ölümü hak ederken ve
hayattayken; masumlar, dürüst insanlar ve niceleri aniden veya saygısızca,
bazen hunlarca, bazen hiç hak etmeyerek, bazen çok basit bir sebepten ölüyor. Ölümün adaletsizliğini bir yana yaşamın adaletsiz
de yine aklıma takılıyor. Hak etmediği
halde çok iyi mevkide olanlar, gece gündüz didinmelere rağmen bir türlü elde
edilemeyen başarılar… Diz boyu haksızlık, diz boyu adaletsizlik ama sonuçta hep
aynı dünya. Verdiğim örnekler hep başkalarına aitti ya benim yaşadığım şu ana
kadar yaşadıklarım. Bu yazıyı yazana kadar öyle aşamalardan geçtim ki. Öyle
çetin ve zor sınavlar verdim ki. Çocukluğumdan beri çekmediğim hastalık,
çekmediğim yalnızlık, çekmediğim sıkıntı kalmadı. Şu an itibariyle işim yok.
Bir sevgilim yok. Şu yazıyı yazdığım gün itibariyle dünyanın emeğini vererek
yazdığım kitabımın satıp satmayacağını bilmiyorum. Her bakımdan bir top sıkıntı
yumağı olmuş durumdayım. Hayat benim üstüme üstüme gelirken neşe içinde eğlenen
çiftleri, mutlu mesut işinde çalışan insanları gördükçe içim bir tuhaf oluyor.
En çok gıcık olduğum şeyse sık sık
karşıma çıkan kafası boş üst komşu. Ne zaman benimle karşılaşsa işsizlik
kontrolü yapıyor. Beni küçümserken kendi hayatın tadını en güzel şekilde
çıkıyor. Şu sıralar yarım günlük bir iş bile bulamazken bu kafasız, içi boş
adam benden çok para kazanıp üstüne beni kendinden üstün görüyor. İşte bu adamı ne zaman görsem hayat böyle bir
şey demekten kendimi alamıyorum. Buraya kadar yazdıklarımı okuyanlar belki de
diyor ki hepsi kader, Allah’ın yazgısı böyle. Yazgı ve kader hayatta nasıl
tezahür ediyor bilmiyorum ama ben artık sadece insan iradeli, insan iradesinin
üstünde olmayan iradesiz bir hayata inanmaya başladım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder